YÜKSEL AYTUĞ - SABAH
HÜLYA’NIN DUŞTAN ÇIKMIŞ HALİNİ GÖRDÜM!Nasıl başlık ama? Magazin literatüründe 'olta başlık' denilen türden. Sakın sizleri balık yerine filan koyduğumu sanmayın. Ama yazacağım şeyin tam da karşılığı bu, ne yapayım...Hülya Avşar geçenlerde bir mekan çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtladı.Gazeteciler, her zaman şık ve bakımlı gördükleri Avşar'ın salaş halini sorunca, yıllardır gazetecilerin karşısında 'özgüven anıtı' gibi dikilen ama uygulamada zaman zaman 'patavatsızlık' sınırlarını zorlamakla eleştirilen Avşar, her zamanki samimiyetiyle konuştu.Kendi kullandığı avuç içi kamerasıyla hayatını anlattığı 'Selfie' filmine değinerek, "İnsanlar beni bu filmde sabah yataktan kalktığım halimle ya da duştan çıkmış halde görecekler.Şimdiden alışsınlar diye böyle dolaşıyorum" dedi.Bu sözler beni tam 30 yıl öncesine götürdü. Güneş gazetesinin Ekran ilavesi için Hülya Avşar ile evinde röportaj yapmaya gidecektim. O zamanlar tıfıl muhabirim. Spor servisinden magazine geçiş yapmışım. İlk ciddi röportajlarımdan birini Hülya Avşar gibi son derece popüler biriyle yapacağım. Bende bir heyecan ki, sormayın.Hatırlıyorum, gidip kendime yeni ceket-pantolon almış, iki saat kuaförde kalmıştım. İki dirhem bir çekirdek giyinip süslendikten sonra Avşarlar'ın kapısını çaldım.Kapıyı bir yardımcı kadın açtı. Sonra Hülya'nın merhum annesi Emral Hanımefendi beni salona aldı, "Hülya Hanım hazırlanıyor, birazdan gelecek" dedi. Bir çay içimi sürenin ardından Hülya, salon kapısında belirdi. Üzerinde (hiç unutmuyorum) beyaz renkli, cep kısımlarında pembe gül desenleri bulunan bir bornoz, kafasına sarılmış beyaz bir havluyla geçip karşıma oturdu.Alnından ve yanaklarından henüz duş aldığı suyun damlaları süzülüyordu.Konuşmaya başladık. Samimiyetine ve özgüvenine hayran kalmıştım. En çok da duştan çıkmış o 'duru' haline... Hep makyajlı görmeye alıştığım Hülya Avşar'ın gerçekten de kraliçeliği hak edecek kadar güzel olduğunu o gün anlamıştım.Günlerden pazar. Neredeyse tüm yazarların 'sabun köpüğü' yazılar kaleme aldığı gün. Ama benimki, kelimenin her anlamıyla 'köpüğü üzerinde' bir yazı oldu. Diyeceğim o ki, Hülya Avşar'ın duştan çıkmış halini gördüm. Test sonucu: 10 üzerinden yıldızlı 10! Yani 'Selfie' filmini izleyecek olanları herhangi bir sürpriz beklemiyor... MESUT YAR - POSTAGERÇEK TELEVİZYONCULUĞA DÖNÜN... Haftanın en ilginç sonucu Müge Anlı ile Tatlı Sert’in (atv) çarşamba günü en çok izlenen ilk yüz program listesinde toplam izleyici bazında ikinci sıraya oturmasıydı... Üşenmedim hesapladım, o gece ana kanallarda yayına giren dizilerin maliyet toplamı birkaç milyon liraydı. Hiçbirinin yapamadığını, bölümü o toplamın yüzde biri kadar bütçeye çıkan bir TV programı yaptı... Ey TV için içerik üretenler. Aklınızı başınıza devşirin. Dizi ekranı sıkıntısız çalışan reyting makinesi olabilir ama içerik dediğin de adamı abat eder! Lütfen içeriklere asılın; gerçek televizyonculuğa dönün... Barut cesur! Cesur ve Güzel (Star TV) dizisinde Cesur, kötü karakter Rıza ile Mihriban’ın düzenlediği kokteylde karşılaştı. Cesur, adama haddini bildirmek üzereyken Savcı’yla yüz yüze geldi ve hamlesinden vazgeçti... Cesur aynı bölümde daha önce de Rıza’yla karşılaştığında tam yakasına yapışacakken kendini takip eden iki polisle göz göze gelip, o elini indirdi... Sonuçta tutuklanma tehlikesi vardı... Senaristler Cesur karakterini tam anlamıyla Kemal Sunal’ın meşhur filmi Avanak Apdi’deki “Barut Osman’a” çevirmişlerdi... Barut Osman da ne zaman Apdi’yi dövmek için harekete geçse karşısında komiser veya polisleri buluyor, tutuklanmamak için o eli indiriyordu... “Acaba ilham bir kez daha mı Yeşilçam’dan geldi?” diyorum. Tebessüm öylece yüzümde kaldı vallahi.. TRT izlenmeye davet ediyor! TRT şu sıralarda çok önemli bir iş yapıyor. Önceki gün dünya televizyon sektöründen yüzlerce önemli ismi ve fikir önderini İzmir Çeşme’de düzenlenen “Uluslararası TRT İzleme Günleri” çatısı altında topladı... Bunun en basit anlamı şu. Fikir ve içerik almak/satmak için dünyanın bütün fuarlarını dolaşan TV yöneticilerinin çok ciddi bir yerli Ar-Ge alanı olabilir artık... Bunun yanında TRT kendi logosu altındaki önemli işleri dünya pazarına çok daha işlevsel bir şekilde izah etmek için bu organizasyonu kullanıyor... TRT World formatının da içinde olduğu ve markanın en iddialı işlerinin TV pazarına tanıtıldığı fırsat günlerinde en değerli yapım Payitaht Abdülhamid olarak görülüyor... TRT’nin yeni göz bebeği bu dizidir. Hem eğilimlerden hem de kanalın üstüne sıklıkla eğilmesinden net olarak bu çıkıyor... Çok yaşa Mustafa! TV eleştirmeni kardeşim Mustafa Doğan çok güzel yazmış, “Ne şanslıyız ki Susam Sokağı çocuklarıyız” diye. Ve o kukla karakterlerin, kendilerini izleyen ruhların derinliklerine soktuğu bir sürü erdemi ev ödevi tadında özetlemiş. Bayıldım ve bu arada saydıklarından en çok “empati yapmayı” ve “saygı duymayı” sevdim... Maddeler arasında göremediğim için en önemsediğimi de buradan ekleyeyim istedim; “hafıza”... Modern zamanların sokaklarına hiç benzemeyen o sokak bize en çok “bilgi, emek ve ustalığı hafızaya alıp unutmamayı” öğretti. Zaten Susam Sokağı’nı bu yüzden unutamadık... Çok yaşa Mustafa; hafızamızdaki o güzel sokağı bir arkeolog inceliğinde çıkarıp gündemimize koydun. Yeni bölümleriyle buluşmak dileğiyle... Kara yazı da son buldu... Şu gerçek bir sıkıntı ki TV ekranında dereyi geçerken at değiştiren ne kadar iş varsa bir şekilde son buluyor. İzleyici, yapımcı veya kanalın dayattığı değişikliği çok önemsemiyor, pek de içselleştiremiyor... Sırf bu yüzden bir sürü “yolunda giden işin” son bulduğunu, umarsız bir veda düzeneğine girdiğini gördük... Geçtiğimiz günlerde veda potasında olduğunu yazdığım Kara Yazı (Kanal D) isimli dizi de final kararı aldı. Dizi birkaç bölüm önce yönetmen değiştirmişti... Bana göre biraz hızlı bir son oldu. Ama modern zaman seyircisi bu hızı seviyor. Hızla tüket ve tadını sevmezsen yok et... Bu da TV insanlarının kara yazısı olsa gerek. Ya da direnç sınavı. Geçmiş olsun!